11523

  • Tüketicinin satın aldığı mal karşılığında BONO düzenlenmesi halinde, “nama yazılı” değilse EMRİNE düzenlemişse bononun geçersiz olacağı.. “her bir taksit için ayrı ayrı senet düzenlenmediği gibi senedinde emre yazılı olarak düzenlendiği anlaşılmaktadır.

     

    Tüketicinin satın aldığı mal karşılığında BONO düzenlenmesi halinde, “nama yazılı” değilse EMRİNE düzenlemişse bononun geçersiz olacağı.. “her bir taksit için ayrı ayrı senet düzenlenmediği gibi senedinde emre yazılı olarak düzenlendiği anlaşılmaktadır. Bu halde, dava konusu senet geçersiz olup, mahkemece, bu senede istinaden kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla başlatılan icra takibiden borçlu olmadığına karar verilmesi gerekir”

    YARGITAY 13. Hukuk Dairesi 2016/25606 E. , 2019/2069 K.
    “İçtihat Metni”
    MAHKEMESİ :Tüketici Mahkemesi

    Taraflar arasındaki menfi tespit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.
    KARAR
    Davacı, davalıdan ev malzemeleri aldığını, 13 adet emre yazılı bononun taksit maksadı ile alındığını, davacının borcunun büyük kısmını ödemesine rağmen davalının senetleri hiçbir ihtar çekmeden icra takibine koyduğunu, davalının takibe koyduğu senetlerin emre yazılı senetler olduğunu, … 14. İcra müdürlüğünün 2015/8953 esas sayılı dosyasında bulunan bonoların iptaline, bonolara bağlı cezai şart ve ferilerin iptaline, davalı tarafın kötü niyet tazminatına mahkum edilmesine ve bilirkişi raporuna göre fazla ödendiği belirlenen 2.716,37 TL nin iadesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
    Davalı, davanın reddini dilemiştir.
    Mahkemece, Davanın kabulüne, davacının … 14. İcra müdürlüğünün 2014/8953 esas sayılı dosyasından dolayı borçlu olmadığının tespitine, davacının fazla ödediği tutar olan 2.716,37 TL’nin 15/07/2016 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
    1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalının sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
    2-Taraflar arasındaki 28.03.2013 tarihli sözleşmenin taksitli satış şeklinde gerçekleştiği, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 6/A maddesi uyarınca taksitli satış halinde sözleşmeden ayrı olarak kıymetli evrak niteliğinde senet düzenlenecekse, bu senedin her bir taksit için ayrı ayrı olacak şekilde ve sadece nama yazılı olarak düzenleneceği, aksi takdirde kambiyo senedinin geçersiz olacağı düzenlenmiş olup, dava konusu olayda her bir taksit için ayrı ayrı senet düzenlenmediği gibi senedinde emre yazılı olarak düzenlendiği anlaşılmaktadır. Bu halde, dava konusu senet geçersiz olup, mahkemece, bu senede istinaden kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla başlatılan icra takibiden borçlu olmadığına karar verilmesi gerekirken değinilen bu hususa değinilmeden eksik inceleme ile karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiş isede;
    Bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden sonucu itibari ile doğru olan hükmün HUMK’nun 438/7 maddesi uyarınca gerekçesi değiştirilerek onammasına karar vermek gerekmiştir.
    SONUÇ: Yukarıda 1.bentte açıklanan nedenlerle davalının sair temyiz itirazlarının reddine, 2.bent gereğince mahkeme kararının gerekçesinin değiştirilmiş ve düzeltilmiş bu şekliyle ONANMASINA. peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/III-1 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 18/02/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

    Tüketicinin yapmış olduğu işlemler nedeniyle kıymetli evrak niteliğinde sadece nama yazılı ve her bir taksit ödemesi için ayrı ayrı olacak şekilde senet düzenlenebilir. Bu fıkra hükümlerine aykırı olarak düzenlenen senetler tüketici yönünden geçersizdir. (6502 s.y.4/5)


  • iş kazasından kaynaklı maddi tazminat davasında, SGK tarafından bağlanan gelirlerin peşin sermaye değerinin tazminatı karşılaması sebebiyle reddedilirse, davalı yararına vekalet ücreti hükmedilemez. Dava, hakkaniyet indirimi veya SGK’ nın bağladığı peşin

    İş kazasından kaynaklı maddi tazminat davasında, SGK tarafından bağlanan gelirlerin peşin sermaye değerinin tazminatı karşılaması sebebiyle reddedilirse, davalı yararına vekalet ücreti hükmedilemez. Dava, hakkaniyet indirimi veya SGK’ nın bağladığı peşin sermaye değerinin düşülmesi sebebiyle kısmen reddedilirse, yine davacı aleyhine avukatlık ücreti takdir edilmemesi gerekir..

    YARGITAY 21. Hukuk Dairesi 2018/33 E. , 2019/1146 K.
    “İçtihat Metni”
    MAHKEMESİ:İş Mahkemesi
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    Davacı, murisinin iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.Mahkeme bozmaya uyarak ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.Hükmün davacı ve davalılardan … vekillerince temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar verildi. 
    K A R A R
    1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillere, kanuni geciktirici nedenler ile temyiz kapsam ve nedenlerine göre, davalı …’ün tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki sair temyiz itirazlarının reddine, 
    2-Dava, iş kazası sonucu sigortalının vefatı nedeniyle hak sahibi yakınlarının( anne, baba ve kardeşlerinin) maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
    Mahkemece; maddi zararların kurumca karşılandığından bahisle maddi tazminat taleplerinin reddine, manevi tazminat taleplerinin ise kısmen kabulüne karar verilerek, her davacı için 5.000,00 er TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 18/01/2001 tarihinden işleyecek yasal faiziyle davalı …’den alınıp davacılara verilmesine hükmedilmiştir.Mahkemece, davalılar … … ve … yararına, reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden 4.595,86 TL nispi vekalet ücretine; davalılar … Halı İmalat San.ve Tic.A.Ş ve … yararına ise reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden 1.980,00 TL maktu vekalet ücretine hükmedilmiştir.“Maddi tazminat isteminin tamamen veya kısmen reddi davacıya Kurumca ödenen gelirlerin yargılama sırasında peşin sermaye değerindeki artışlardan veya 818 sayılı BK’ nun 43 ve 44. (6098 sayılı TBK. M 51 ve 52 ) maddeleri uyarınca yapılan takdiri indirimden kaynaklanıyorsa (ki çoğu kez böyledir) davalı yararınaavukatlık ücreti takdir olunmaz. Çünkü, davacının dava açarken bu durumu bilmesi mümkün değildir.” (Ali Güneren – İş Kazası Veya Meslek Hastalığından Kaynaklanan Maddi Ve Manevi Tazminat Davaları – Genişletilmiş 2. baskı – Ankara 2011 – Sayfa 1491)
    “Yargılama giderlerinden sayılan ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri kanunun 323., Avukatlık Kanunun 169. ve Avukatlık Ücret Tarifesinin 1. maddelerinde düzenlenen, ancak müstakil bir varlığı olmayan ve ait olduğu davanın konusu teşkil eden hak ve alacağa sıkı sıkıya bağlı bulunan avukatlık ücretinin, davadan haksız çıkan tarafa yükletilmesi gerekir. Çünkü, haksız davranışta bulunan bir kimsenin, bu haksız davranışının bütün sonuçlarından sorumlu tutulması, hukukun genel kurallarındandır. 6100 sayılı Yasa’nın 329. maddesinin birinci fıkrası bu ilkeye dayanmaktadır. Avukatlık (vekalet) ücreti, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 323/1 – ğ maddesinde açıkça belirtildiği üzere yargılama giderlerindendir. Bu itibarla, diğer yargılama giderleri gibi müstakil bir varlığı olmayan ve ait olduğu davanın konusu teşkil eden hak ve alacağa sıkı bir suretle bağlı feri haklardandır. Feri hakların sonuçlandırılması ve karara bağlanması, asıl hakkın sonuçlandırılmasına ve karar verilmesine bağlı olacaktır.Gerek yasal, gerekse hakkaniyet ve takdir indirimler nedeniyle davanın kısmen kabul edilmesi halinde, indirimden dolayı reddedilen kısım yönünden davalı yararına vekalet ücreti takdir edilip edilemeyeceği önem kazanmaktadır. Dairemizin önceki kararlarında fazla tatil ücretlerinden yapılan indirimler sebebiyle davalı tarafın kendisini avukat ile temsil ettirmesi durumunda reddedilen kısım için davalı yararına avukatlık ücretine hükmedilmesi gerektiği ifade edilmekteydi. (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 11/02/2010 gün, 2008/17722 E, 2010/3192 K.) Ancak, davanın açıldığı veya ıslah yoluyla dava konusunun arttırıldığı aşamada, mahkemece ne oranda ve miktarda indirim yapılacağı işçi tarafından bilinememektedir. Dairemizce, 2011 yılı itibariyle maktu ve nispi vekalet ücretlerinin yüksek olduğu da dikkate alınarak, konunun yeniden ve etraflıca değerlendirilmesine gidilmiş ve her türlü indirimden kaynaklanan ret sebebiyle davalı yararına avukatlık ücretine karar verilmesinin adaletsiz sonuçlara yol açtığı sonucuna varılmıştır. Özellikle seri davalarda indirim sebebiyle kısmen reddine karar verilen az bir miktar için dahi, her bir dosyada zaman zaman işçinin alacak miktarında aşan maktu avukatlık ücretleri ödetilmesi durumu ortaya çıkmaktadır. Yine daha önceki kararlarımızda fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücretlerinden yapılan indirim sebebiyle ret vekalet ücretine hükmedilmekte, buna karşın Borçlar Kanunun 325/son, 161/son (6098 Sayılı kanunun 408/son, 182/son) maddeleri ile 43 ve 44. (6098 S. TBK. m. 51,52) maddelerine göre ve yine 5953 sayılı Yasa’da öngörülen yüzde beş fazla ödemelerden yapılan indirim sebebiyle reddine karar verilen miktar için avukatlık ücretine karar verilmemekteydi. Bu durum uygulamada hakkaniyete aykırı sonuçlara yol açmaktadır. Konuyla ilgili olarak Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinde de herhangi bir kurala yer verilmediğinden Dairemizce önceki uygulamadan vazgeçilmiş ve fazla çalışma, hafta tatili ile ulusal bayram ve genel tatil ücretlerinden indirim yapılması durumunda, reddine karar verilen miktar bakımından kendisini vekille temsil ettirmiş olan davalı yararına avukatlık ücretine hükmedilemeyeceği kabul edilmiştir. Bu itibarla, Borçlar Kanunun 43, 44, 161/son ve 325/son (6098 Sayılı Kanunun 51, 52, 182/son, 408/son) maddelerinin uygulamasından kaynaklanmış olsa dahi, kısmen reddedilen miktar için davalı yararına vekalet ücret takdir edilemez.” (Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin vekalet ücretine ilişkin Daire ilke Kararları) “Maddi tazminat davası, SGK (SSK) tarafından bağlanan gelirlerin peşin sermaye değerinin tazminatı karşılaması nedeniyle reddedilirse, davalı yararına vekalet ücreti hükmedilemez. Dava, hakkaniyet indirimi veya SGK’ nın bağladığı peşin sermaye değerinin düşülmesi nedeniyle kısmen reddedilirse, yine davacı aleyhine avukatlık ücreti takdir edilmemesi gerekir.” (… – İş Kazası veya Meslek Hastalığı Davaları Uygulaması – Genişletilmiş 2. Baskı – Ankara 2011 – Sayfa 1039) Somut olayda, maddi tazminat isteminin Kurum gelirleri ile karşılanması halinde yerleşmiş Yargıtay uygulamalarına aykırı olarak davalı lehine vekalet ücreti takdiri usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmektedir.Ne var ki, bu yanlışlıkların giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden hüküm bozulmamalı, HMK’nın geçici 3. maddesi delaletiyle HUMK’nun 438/7. maddesi gereğince düzeltilerek onanmalıdır.SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, 30/05/2017 tarihli hükmün vekalet ücretlerine yönelik; 12. ve 13. fıkrasının tamamen silinmesine, hükmün bu düzeltilmiş şekli ile ONANMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz edenlerden davacıya iadesine, aşağıda yazılı temyiz harcının temyiz edenlerden davalı …’e yükletilmesine, 19/02/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

  • Nişan bozulması..Nişanlıya “ısınamadığı” için nişan bozulursa.. 1.) Sebep göstermeden nişanı bozmuş olsa da tek başına nişanın bozulması olgusu, manevi tazminata yol açan haksız fiilin eylemi kabul edilmez. 2.) Giymekle, kullanılmakla eskiyen ve tüketile

    Nişan bozulması..Nişanlıya “ısınamadığı” için nişan bozulursa.. 1.) Sebep göstermeden nişanı bozmuş olsa da tek başına nişanın bozulması olgusu, manevi tazminata yol açan haksız fiilin eylemi kabul edilmez. 2.) Giymekle, kullanılmakla eskiyen ve tüketilen (elbise, ayakkabı vs. gibi) eşyaların iadesine karar verilemez. 3.) Düğün salonu kira bedeli istenebilir.


    YARGITAY 3. Hukuk Dairesi 2016/11421 E. , 2018/1662 K.
    “İçtihat Metni”
    MAHKEMESİ :AİLE MAHKEMESİ

    Taraflar arasındaki nişan bozulması nedeni ile tazminat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

    Y A R G I T A Y K A R A R I

    Davacı, davalı ile 24/05/2015 tarihinde nişanlandıklarını, nişan nedeniyle; 1 adet altın söz yüzüğü, 1 adet altın nişan yüzüğü, 1 çift altın küpe, 2 çift ayakkabı, 1 çift tellik, ve 3 takım nişan elbisesi aldıklarını, ayrıca düğün salonu için 2.000TL masraf yaptığını, ancak ortada hiç bir neden yokken davalının nişanı bozduğunu, nişan ve düğün hazırlıkları nedeniyle hem kendisinin hem de ailesinin yıprandığını, maddi ve manevi zarara uğradıklarını, davalı aleyhine 10.000 TL maddi ve 15.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini, yapılan yargılama giderlerinin davalı üzerine bırakılmasını talep etmiştir. 
    Davalı, davacı ile görücü usulü ile tanıştığını, davacıya ısınamadığını, bir ay sözlü kaldıktan sonra nişan yapıldığını, davacının nişan için verdiği şeylerin tamamını davacıya iade ettiklerini, talep edilen tazminatı ödeyecek maddi imkanının olmadığını belirterek davanın reddini dilemiştir.
    Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile, davacının nişan nedeniyle yaptığı 2.500,00 TL düğün salonukiralama gideri ve 900 TL nişanlık elbisesi gideri olmak üzere 3.400,00 TL maddi tazminat ile 1.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm süresi içinde davalı tarafça temyiz edilmiştir.
    Dava nişanın bozulması nedeniyle maddi ve manevi tazminat talebine ilişkindir.
    1-TMK’nın 122.maddesine göre, nişanlılık evlenme dışında bir nedenden dolayı sona ererse, nişanlıların birbirlerine vermiş oldukları, alışılmışın dışındaki hediyeler geri istenebilir. Nişanın bozulması nedeniyle mutad dışı hediyelerin geri alınmasına ilişkin davalarda kusur aranmaz.
    Nişanın bozulması halinde alışılmışın dışındaki hediyeler aynen, mevcut değilse mislen geri verilir veya karşılığı sebepsiz zenginleşme kurallarına göre, geri istenir. Hediyelerin verildiği ve iade edilmediği hususu her türlü delil ile ispat edilebilir.
    Alışılmış (mutad) hediyelerden kasıt; giymekle, kullanmakla eskiyen ve tüketilen eşyalardır. Kural olarak giymekle, kullanılmakla eskiyen ve tüketilen (elbise, ayakkabı vs. gibi) eşyaların iadesine karar verilemez.
    Somut olayda nişan kıyafetinin kullanılmakla giymekle, kullanılmakla eskiyen ve tüketilen eşya olduğu gözetilmeksizin bu masraf ve eşya yönünden maddi tazminat talebinin kabulü doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir. 
    2- 6100 sayılı HMK’nın 26. maddesinin 1. fıkrası “Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir.” hükmünü ihtiva etmektedir. 
    Yasanın bu açık hükmünden de anlaşılacağı üzere hâkim, iki tarafın iddia ve savunmaları ile bağlı olup talepten fazlasına veya başkasına hükmedemez.
    Somut olay incelendiğinde, davacı dava dilekçesinde düğün salonu kira bedelini 2.000,00 TL olarak belirtmesi karşısında mahkemece taleple bağlılık kuralına aykırı biçimde, 2.500,00 TL düğün salonu kira bedelinin iadesine şeklinde talep aşılarak hüküm tesisi doğru görülmemiş, bu husus bozmayı gerektirmiştir.
    3- Kişilik değerlerinde oluşan manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Objektif eksilmeden ise, sadece o kişi için değil; toplumdaki diğer bireylerin de aynı zarara(duruma) düşmeleri anlaşılmaktadır. 4721 sayılı Yasanın 23. ve devamı maddelerinde kişilik haklarının korunmasına yönelik hükümler düzenlenmiş olup ilgili yasal hükümlerle manevi tazminat verilebilecek olgular sınırlandırmıştır. 
    4721 sayılı TMK. nun 121.maddesine göre, nişanın bozulması yüzünden kişilik hakları saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.
    Bilindiği üzere; manevi tazminat, haksız bir eylemin yarattığı üzüntünün, duyulan elem ve acıların giderilmesini amaçlayan bir ödencedir. Manevi zarar, mal varlığına dokunmayan, yaşam, sağlık, namus, sır, aile mahremiyeti gibi mal varlığı harici varlıklarda meydana gelen azalma olup, bu zarar manevi tazminatla giderilmeye, azaltılmaya çalışılmıştır.
    Kişilik haklarının korunmasına ilişkin hükümlerin getiriliş amacı kişilik haklarına yönelik saldırıların bertaraf edilmesidir. Bu hali ile tek başına nişanın bozulması olgusu, manevi tazminata yol açan haksız fiilin eylemi kabul edilmeyecektir.
    Ayrıca, nişanın bozulması ile oluşan doğal üzüntü ve menfaat ihlalinin tazminat bakımından yeterli görülmesi halinde tazminat yaptırımı tarafları evlenme akdi yapmaya yönelteceğinden, bu durum kişilerin evlenme sözleşmesine ilişkin irade serbestisini ortadan kaldırma sonucunu doğuracaktır. Bu bakımından manevi tamzinat giderimi yerine kişinin evlenme akdine yönelik irade özgürlüğüne değer atfetmek muhakkak ki daha doğru olacaktır. 
    Temyize konu uyuşmazlık konusunda; davalının sebep göstermeden nişanı bozduğu anlaşılmaktadır. Bu hali ile davalının, davacının kişilik haklarına saldırırarak doğal üzüntüyü aşan şekilde manevi zarara(objektif zarar) yol açtığından söz edilemez. Bu itibarla manevi tazminat koşullarının somut olayda bulunmadığı gözetilerek bu istem bakımından red kararı verilmesi gerekirken kabulü doğru olmamış, bu husus da bozmayı gerektirmiştir. 
    SONUÇ: Yukarıda birinci, ikinci ve üçüncü bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK’nun 428. maddesi gereğince davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun Geçici Madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nun 440. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 26.02.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

  • Kira sözleşmesini sahte olarak düzenleyip abone olunması eylemi “özel belgede sahtecilik suçunu” oluşturur.

    kira sözleşmesini sahte olarak düzenleyip abone olunması eylemi “özel belgede sahtecilik suçunu” oluşturur

    kira sözleşmesini sahte olarak düzenleyip ev sahibinin yerine imza attıktan sonra elektrik, su ve doğalgaz idarelerine abone olunması şeklindeki eylemin “özel belgede sahtecilik suçu” nu oluşturduğu

    11. Ceza Dairesi 2016/11975 E. , 2018/4841 K.

    “İçtihat Metni”
    MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
    SUÇ : Özel belgede sahtecilik
    HÜKÜM : Beraat

    A)Sanık … hakkında “özel belgede sahtecilik” suçundan kurulan beraat hükmüne karşı katılan vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;
    Yüklenen suçun yasal unsurları itibarıyla oluşmadığı dosya içeriğine uygun şekilde gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, katılan vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA,
    B)Sanık … hakkında “özel belgede sahtecilik” suçundan kurulan beraat hükmüne karşı katılan vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;
    Sanığın, katılandan kiraladığı konutun elektrik, su ve doğalgaz abonelikleri için kira sözleşmesi gerektiğini, bacanağı olan diğer sanığa “sen benim yerime abone ol ben ev sahibiyle anlaştım” dediğini savunması; sanık …’nın, sanık …’in savunmasını doğrulayarak ev sahibi katılanın bilgisinin bulunduğunu düşünerek katılan …’nın kiraya veren, kendisinin kiracı olduğu 03/10/2012 tarihinden başlayan kira sözleşmesini sahte olarak düzenleyip katılanın yerine imza attıktan sonra elektrik, su ve doğalgaz idarelerine abone olduğunu belirtmesi karşısında; sanık …’nın, sanık …’nı, katılanın rızası olduğu yönünde hataya düşürüp özel belgede sahtecilik suçunu işlemeye azmettirdiği gözetilerek sanığın cezalandırılması yerine beraatine hükmedilmesi,
    Yasaya aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca istem gibi BOZULMASINA, 22.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

    Kira sözleşmesini sahte olarak düzenleyip abone olunması eylemi “özel belgede sahtecilik suçunu” oluşturur.

    YARGITAY 11. Ceza Dairesi 2016/11975 E. , 2018/4841 K.

    “İçtihat Metni”
    MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
    SUÇ : Özel belgede sahtecilik
    HÜKÜM : Beraat

    A)Sanık … hakkında “özel belgede sahtecilik” suçundan kurulan beraat hükmüne karşı katılan vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;
    Yüklenen suçun yasal unsurları itibarıyla oluşmadığı dosya içeriğine uygun şekilde gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, katılan vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA,
    B)Sanık … hakkında “özel belgede sahtecilik” suçundan kurulan beraat hükmüne karşı katılan vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;
    Sanığın, katılandan kiraladığı konutun elektrik, su ve doğalgaz abonelikleri için kira sözleşmesi gerektiğini, bacanağı olan diğer sanığa “sen benim yerime abone ol ben ev sahibiyle anlaştım” dediğini savunması; sanık …’nın, sanık …’in savunmasını doğrulayarak ev sahibi katılanın bilgisinin bulunduğunu düşünerek katılan …’nın kiraya veren, kendisinin kiracı olduğu 03/10/2012 tarihinden başlayan kira sözleşmesini sahte olarak düzenleyip katılanın yerine imza attıktan sonra elektrik, su ve doğalgaz idarelerine abone olduğunu belirtmesi karşısında; sanık …’nın, sanık …’nı, katılanın rızası olduğu yönünde hataya düşürüp özel belgede sahtecilik suçunu işlemeye azmettirdiği gözetilerek sanığın cezalandırılması yerine beraatine hükmedilmesi,
    Yasaya aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca istem gibi BOZULMASINA, 22.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


  • 18 yaşından önce sigortalı (SGK) gösterilse bile sigortalılık başlangıç tarihinin 18 yaşını doldurduğu tarih olarak kabul edilmesi gerektiği (506 s.y.60/G )ve bu tarihten önceki çalışma gün sayılarının prim ödeme gün sayılarının hesabında değerlendirilme

    18 yaşından önce sigortalı (SGK) gösterilse bile sigortalılık başlangıç tarihinin 18 yaşını doldurduğu tarih olarak kabul edilmesi gerektiği (506 s.y.60/G )ve bu tarihten önceki çalışma gün sayılarının prim ödeme gün sayılarının hesabında değerlendirilmesi gerektiğinin tespitine karar verilmesi gerektiği

    YARGITAY 21. Hukuk Dairesi 2018/621 E. , 2019/1490 K.
    “İçtihat Metni”
    MAHKEMESİ: Bölge Adliye Mahkemesi 34. Hukuk Dairesi
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    Davacı, davalılardan işverene ait işyerinde 25/11/2004-12/12/2012 tarihleri arasında geçen ve Kuruma bildirilmeyen çalışmaları ile aldığı gerçek ücretler üzerinden prime esas kazanç tutarlarının tespitine karar verilmesini istemiştir.İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmesi üzerine davalılar vekilleri tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.Bölge Adliye Mahkemesince, davalılar vekillerinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.Bölge Adliye Mahkemesi kararının, davalılar vekillerince temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar verildi.
    K A R A R
    A)Davacı İstemi:
    Dava, davacının 25/11/2004-12/12/2012 tarihleri arasında davalı işverene ait işyerinde geçen ve davalı Kurum’a bildirimi yapılmayan sigortalı hizmetlerinin tespiti istemine ilişkindir.
    B)Davalı Cevabı:
    Davalı şirket vekili tarafından sunulan dilekçe ile davacının çalıştığı kadarıyla hizmet sürelerinin Kurum’a bildirilmiş olduğu, davacı işten ayrılırken her türlü hakları ödenerek kendisinden imzalı ibraname alındığı belirtilerek yerinde olmayan davanın reddine karar verilmesi talep olunmuştur.Davalı Kurum vekili tarafından sunulan dilekçe ile davada hak düşürücü sürenin söz konusu olduğu, eylemli çalışmanın Yargıtay içtihatlarında öngörülen yönteme uygun biçimde araştırılıp ortaya konulması gerektiği, Kurum davanın açılmasına sebebiyet vermediğinden aleyhine yargılama gideri ve vekalet ücretine hükmedilemeyeceği belirtilerek haksız davanın reddine karar verilmesi talep olunmuştur.
    C)İlk Derece Mahkemesi Kararı:
    Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile davacının 30/12/2004 – 01/11/2005 tarihleri ve 01/08/2008 – 07/08/2008 tarihleri ve 28/11/2009 – 28/12/2009 tarihleri arasında davalıya ait 1104471.16 sicil nolu dosyada işlem gören şirkette sürekli ve kesintisiz çalıştığının tespiti ile davacı tarafından yargılama esnasında talep edilen ve bilirkişi raporu doğrultusunda -taleple de bağlı kalınarak- yıllara göre hesaplanan Kurum’a bildirilmeyen veya eksik bildirilen SPEK tutarlarının tespitine karar verilmiştir.
    D) İstinaf Başvurusu :
    Davalı Kurum vekili tarafından sunulan istinaf başvuru dilekçesi ile hak düşürücü sürenin dikkate alınmadığı, ücret tespitinde Hukuk Muhakemeleri Kanunu 200 md. gereğince yazılı delille ispat edilmediği belirtilerek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davanın reddine karar verilmesi talep olunmuştur.
    Davalı şirket vekili tarafından sunulan istinaf başvuru dilekçesi ile hak düşürücü sürenin nazara alınmadığı, ücret tespitinin yazılı delille ispat edilmesi gerektiği, ücret alacağına ilişkin davacının talebinin olmamasına rağmen yazılı şekilde hükmün kurulduğu belirtilerek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davanın reddine karar verilmesi talep olunmuştur.
    E)Bölge Adliye Mahkemesi Gerekçesi ve Kararı:
    Bölge Adliye Mahkemesince, “yerel Mahkemece yapılan araştırmanın yeterli olduğu, bordro tanıklarınca bu sürelerde davacının çalıştığının bildirildiği, tespite engel durum bulunmadığı, ücret tespitininde yazılı delil niteliğindeki ücret bordoları, ödeme makbuzları değerlendirilerek alınan bilirkişi raporu ile belirlendiği, İlk Derece Mahkemesi kararının usul ve yasaya uygun olduğu ” gerekçesiyle;
    … 1. İş Mahkemesinin 2013/487 Esas, 2016/748 Karar sayılı kararı usul ve esas yönünden hukuka uygun bulunduğundan davalı kurum vekilinin ve davalı şirket vekilinin istinaf başvurularının esastan reddine,” şeklinde karar verilmiştir.
    F)Temyiz:
    Davalı Kurum ve şirket vekilleri tarafından sunulan dilekçe ile istinaf başvurusunda belirtilen itirazlar yinelenmek suretiyle kurulan hükmün bozulmasına karar verilmesi talep olunmuştur.
    G) Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe:
    1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre davalıların aşağıdaki bendin dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde değildir.
    2- Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Yasa’nın 79/10. ve 5510 sayılı Yasa’nın 86/9. maddeleri bu tip hizmet tespiti davaları için özel bir ispat yöntemi öngörmemiş ise de, davanın niteliği kamu düzenini ilgilendirdiği ve bu nedenle özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi gerektiği Yargıtay’ın ve giderek Dairemizin yerleşmiş içtihadı gereğidir.
    6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “ Ön İncelemenin Kapsamı ” başlıklı 137. maddesinde; “ Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılır. Mahkeme ön incelemede; dava şartlarını ve ilk itirazları inceler, uyuşmazlık konularını tam olarak belirler, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapar, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe (Ek ibare: 07/06/2012-6325 S.K./35.md) veya arabuluculuğa teşvik eder ve bu hususları tutanağa geçirir. Ön inceleme tamamlanmadan ve gerekli kararlar alınmadan tahkikata geçilemez ve tahkikat için duruşma günü verilemez. ” düzenlemesi yer almaktadır.Yine aynı Yasa’nın “ Ön İnceleme Duruşması ” başlıklı 140. maddesinde de; “ Hakim, ön inceleme duruşmasında, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında karar verebilmek için gerekli görürse tarafları dinler; daha sonra, tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder. Uyuşmazlık konularının tespitinden sonra hakim, tarafları sulhe (Ek ibare: 07/06/2012-6325 S.K./35.md) veya arabuluculuğa teşvik eder; bu konuda sonuç alınacağı kanaatine varırsa, bir defaya mahsus olmak üzere yeni bir duruşma günü tayin eder. Ön inceleme duruşmasının sonunda, tarafların sulh (Ek ibare: 07/06/2012-6325 S.K./35.md) veya arabuluculuk faaliyetinden bir sonuç alıp almadıkları, sonuç alamadıkları takdirde anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanakla tespit edilir. Bu tutanağın altı, duruşmada hazır bulunan taraflarca imzalanır. Tahkikat bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür… ” düzenlemeleri yer almaktadır.Görüldüğü üzere, anılan Yasa maddelerinde; ön inceleme ile taraflar arasındaki uyuşmazlık konularının tam olarak belirleneceği ve tahkikatın buna göre yürütüleceği belirtilmiştir.Somut olayda; yerel Mahkemece 20/01/2014 tarihli duruşmada ön inceleme aşamasının tamamlandığı, 04/03/2014 tarihli tahkikat duruşmasında davacı tarafından ücret tespitinin de talep edildiği anlaşılmakla davacının ön inceleme aşamasından sonra ücret tespiti talebi için usulüne uygun bir ıslah talebinin de bulunmadığı göz ardı edilerek bu istem hakkında da yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olmuştur.Öte yandan, 506 sayılı Yasanın 60/G maddesi, “Bu maddenin uygulanmasında; 18 yaşından önce Malullük, Yaşlılık ve Ölüm Sigortalarına tabi olanların sigortalılık süresi, 18 yaşını doldurdukları tarihte başlamış kabul edilir. Ancak, bu tarihten önceki süreler için ödenen Malullük, Yaşlılık ve Ölüm Sigortaları primleri, prim ödeme gün sayılarının hesabına dahil edilir” hükmünü getirmiş olup bu hususun da kararda gözetilmemiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.Ne var ki, bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 370/2 maddesi gereğince hüküm bozulmamalı, düzeltilerek onanmalıdır.
    H) SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle … 1. İş Mahkemesi’nin 22/12/2016 tarih ve 2013/487 Esas ve 2016/748 Karar no lu hükmünün 1. bendinde yer alan “ ile,
    Kuruma bildirilmeyen dönemler için;
    2008 yılı PEK tutarının 653,33 TL net ücret olduğuna,
    2009 yılı PEK tutarının 1.120,00 TL net ücret olduğuna,
    2005 yılı ödenmeyen net ücretin 711,98 TL olduğuna,
    2006 yılı ödenmeyen net ücretin 1.976,96 TL olduğuna,
    2011 yılı ödenmeyen net ücretin 129,47 TL olduğuna,
    2011 yılı ödenmeyen net ücretin 1.896,33 TL olduğuna,
    2012 yılı ödenmeyen net ücretin 1.030,00 TL olduğuna,
    2005 yılı talep edilen net ücret miktarının 3.501,54 TL olduğuna,
    2007 yılı talep edilen net ücret miktarının 819,00 TL olduğuna,
    2005 yılı kuruma bildirilmeyen PEK miktarının 4.888,08 TL brüt ücret olduğuna,
    2006 yılı kuruma bildirilmeyen PEK miktarının 6.495,90 TL brüt ücret olduğuna,
    2007 yılı kuruma bildirilmeyen PEK miktarının 2.987,77 TL brüt ücret olduğuna,
    2008 yılı kuruma bildirilmeyen PEK miktarının 2.481,91 TL brüt ücret olduğuna,
    2010 yılı kuruma bildirilmeyen PEK miktarının 1.342,73 TL brüt ücret olduğuna,
    2011 yılı kuruma bildirilmeyen PEK miktarının 3.325,42 TL brüt ücret olduğuna,
    2012 yılı kuruma bildirilmeyen PEK miktarının 4.634,63 TL brüt ücret olduğunun tespitine,” rakam ve sözcüklerinin hükümden tümüyle silinerek yerine gelmek üzere,
    “Kurum’a bildirimi yapılmayan hizmet süreleri içerisinde asgari ücretle çalıştığının tespitine, davacının sigortalılık başlangıç tarihinin 506 sayılı Yasa’nın 60/G maddesi uyarınca; 18 yaşını doldurduğu 26/02/2006 tarihi olarak kabul edilmesi ve bu tarihten önceki çalışma gün sayılarının prim ödeme gün sayılarının hesabında değerlendirilmesi gerektiğinin tespitine” rakam ve sözcüklerinin yazılmasına, hükmün bu düzeltilmiş şekli ile ONANMASINA, dosyanın İlk Derece Mahkemesi’ne, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesine, temyiz harcının istek halinde davalı …ye iadesine, 28/02/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

  • "Tapu dışı taşınmaz satış sözleşmeleri geçersizdir" 15.03.2018 tarihli Yargıtay Kararı

    Tapu dışı taşınmaz satış sözleşmeleri geçersizdir

    ÖZET

    Tapulu taşınmazın tapu dışı satışı için yapılan sözleşme geçersizdir. Alıcı sebepsiz zenginleşmeden ötürü verdiği parayı geri isteyebilir. Paranın ödenmesi için ihtar çekilmemiş ise temerrüt faizi talep edemez.

    10/07/1940 gün ve 2/7 sayılı İçtihadı Birleştirme kararına göre, geçersiz taşınmaz satışında verilen satış bedeline alıcı faiz, taşınmazın kullanılmasından dolayı da satıcı ecrimisil veya kira bedeli isteyemez.

    Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2018/1975 E. , 2018/2508 K.

    •  


    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

    Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

    Y A R G I T A Y K A R A R I

    Davacı, davalı ile yapmış olduğu harici satış sözleşmesi ile, ... ili ... ilçesi 220, 221 ve 222 parsel sayılı taşınmazlarda davalının babasından kalma 50.000 metrekarelik hisseyi satın aldığını ve bedelini çek ile ödediğini, ancak davalının taşınmazları devretmediğini, ödediği satış bedelinin iadesi için davalı hakkında ... 1.İcra Müdürlüğü 2013/2126 E. Sayılı dosyası ile icra takibi başlattıklarını ve fakat davalının itirazı üzerine takibin durduğunu belirterek, davalının icra takip dosyasına vaki itirazının iptali ile takibin devamına, asıl alacağın %20 sinden aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.
    Davalı, davaya cevap vermemiştir.
    Mahkemece; davanın kabulü ile, ... 1 İcra Müdürlüğünün 2013/2126 sayılı takibe davalı tarafından yapılan itirazın iptaline, takibin devamına, asıl alacak olan 12.000,00 TL'nin % 20'si oranında icra inkar tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm süresi içinde davalı tarafından temyiz edilmiştir.
    1-) Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalının sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
    2-) Dava, harici taşınmaz satışı nedeniyle ödenen bedelin iadesi istemine ilişkindir.
    Davacı, davalı ile aralarında akdedilen bila tarihli sözleşme gereğince taşınmaz bedeli karşılığında ödediği 12.000 TL'nin iadesi için davalı hakkında ... 1.İcra Müdürlüğü'nün 2013/2126 esas sayılı dosyası ile, 12.000 TL asıl alacak ve 1.104,82 TL işlemiş reeskont-avans olmak üzere toplam 13.104,82 TL üzerinden, asıl alacağa takip tarihinden itibaren reeskont-avans faiz işletilmek üzere icra takibi başlatmış olup, davalının itirazı üzerine icra takibin durmasına karar verilmiş ve iş bu itirazın iptali için eldeki dava açılmıştır. Mahkemece, yapılan yargılama sonucunda davalının itirazının iptali ile takibin devamına yönünde hüküm kurularak, icra takibinin takip talebindeki mevcut şartlarla devamına karar verilmiştir.
    Tapulu taşınmazların satışına ilişkin sözleşme, resmi şekilde yapılmadığı için TMK'nun 706, TBK'nun 237. (BK.'nun 213), Tapu Kanununun 26. ve Noterlik Kanununun 60. maddeleri uyarınca hukuken geçersizdir. Geçersiz sözleşmeler taraflarına geçerli sözleşmelerde olduğu gibi hak ve borç doğurmaz. Taraflar verdiklerini sebepsiz zenginleşme kurallarına göre geri isteyebilir. Bununla birlikte davacı, satın almış olduğutaşınmazı iade etmeden ödediği satış bedeli için faiz talep edemez.
    10/07/1940 gün ve 2/7 sayılı İçtihadı Birleştirme kararına göre, geçersiz taşınmazsatışında verilen satış bedeline alıcı faiz, taşınmazın kullanılmasından dolayı da satıcı ecrimisil veya kira bedeli isteyemez. Davaya konu taşınmaz satış sözleşmesi geçersiz olduğuna göre, her geçersiz satışta olduğu gibi taraflar aldıklarını sebepsiz iktisap hükümleri dairesinde iade ile yükümlü olmakla birlikte, taşınmaza zilyet olan davacı zilyetliği devam ettiği sürece satış bedeline faiz işletilmesini talep edemeyecektir.
    Somut olayda; davalı temyiz dilekçesindeki beyanlarında davaya konu taşınmazın halen davacının tasarrufunda olduğunu belirtmiştir. Ne var ki dosya kapsamından dava tarihinde taşınmazın kim tarafından kullanıldığı hususu anlaşılamamaktadır, mahkemece de bu yönde bir araştırma yapılmamıştır. Taşınmaz halen davacının kullanımında ise davacının ancak iade tarihinden itibaren faiz isteyebileceği düşünülmeden, davalının itirazının iptali ile takibin devamına yönünde hüküm kurulmak suretiyle, icra takip dosyasındaki talebe göre davacı lehine takip tarihinden itibaren faize karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
    3-) Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer. Temerrüt, ya bir ihtar ile ya da dava açılması suretiyle gerçekleşir. (TBK m. 117; BK m.101)
    Sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre borçludan faiz talep edilebilmesi için zenginleşenin bir ihtar ile ya da aleyhine bir takip ya da dava açılmak suretiyle temerrüde düşürülmesi gerekir. Borçlunun temerrüdü, borçluya gönderilen ihtarnamenin tebliğinden veya ihtarnamede ödeme için süre verilmişse bu sürenin bitiminden itibaren oluşur. İade talebinde bulunulmadan temerrüt faizi işlemez.
    Somut olayda; davacı tarafından, davalının icra takip tarihinden önce temerrüde düşürüldüğünü gösteren bir belge sunulmamıştır. Bu nedenle, mahkemece "davalının itirazının iptali ile takibin devamına" şeklinde hüküm kurulmak suretiyle, icra takibinde talep edildiği şekilde işlemiş faize karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
    4-) Bununla birlikte, somut olayda taraflar arasındaki ilişkinin ticari iş niteliğinde olmamasına ve davacının da tacir sıfatı bulunmamasına göre, mahkemece dava konusu alacağa icra takibinde talep edildiği şekilde avans faiz yürütülmüş olması da doğru değildir.
    SONUÇ: Yukarıda birinci bendde açıklanan nedenlerle, davalı tarafın sair temyiz itirazlarının reddine, ikinci, üçüncü ve dördüncü bendde açıklanan nedenlerle hükmün HUMK'nun 428. maddesi gereğince davalı yararına BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK'nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK'nun 440. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 15.03.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

  • "Vergi Ziyaı Cezasının Miras Yoluyla Mirasçılara Geçmeyeceği" Danıştay 3. Dairesi Kararı

    Danıştay 3. Dairesi
    Tarih    : 11.02.2015
    Esas No  : 2013/5782
    Karar No  : 2015/580
    VUK Md. 372
    VERGİ ZİYAI CEZASININ MİRAS YOLUYLA MİRASÇILARA GEÇMEYECEĞİ
     

    Şirket tüzel kişiliğinin mal varlığından tahsil imkanı bulunmayan kamu alacağı arasında yer alan vergi ziyaı cezasının, vefat eden şirket kanuni temsilcisinin varisi olan davacıya miras yoluyla geçmesine olanak bulunmadığı hk.

    İstemin Özeti: Davacı adına, (...) Ltd. Şti.’ne ait Ocak 2001 dönemine ilişkin katma değer vergisi, vergi ziyaı cezası, gecikme faizi ve yargı harcından oluşan kamu alacağının tahsili amacıyla şirketin ortağı ve kanuni temsilcisi (S.K.)’un mirasçısı sıfatıyla ve miras hissesi oranında düzenlenen 04.05.2010 tarih ve 83 takip numaralı ödeme emrinin iptali istemiyle dava açılmıştır. Vergi Mahkemesinin kararıyla; borçlu şirketten tahsil imkanı bulunmadığının mal varlığı araştırmasıyla tespit edilmesi ve davacının mirasçısı olduğu şirketin kanuni temsilcisinin vefat etmesi üzerine, süresi içinde mirası reddetmeyen davacı adına düzenlenen ödeme emrinin katma değer vergileri, gecikme faizleri ve yargı harçlarına ilişkin kısmında hukuka aykırılık bulunmadığı, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Suç ve Cezalara İlişkin Esaslar” başlıklı 38. maddesinin yedinci fıkrasında, ceza sorumluluğunun şahsi olduğu hükmünün yer aldığı, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 331. maddesinde vergi kanunları hükümlerine aykırı hareket edenlerin vergi cezaları ile cezalandırılacaklarının; Yasa’nın 372. maddesinde, ölüm halinde vergi cezasının düşeceğinin kurala bağlandığı, sözü edilen hükümlerin birlikte değerlendirilmesinden, şahısların işledikleri suçlara istinaden adli veya idari merciler tarafından cezaların yalnızca suçu işleyen kişiye yönelik olarak infaz edilebileceği, cezanın bir başkasına yöneltilmesi mümkün olmadığı gibi miras yoluyla mirasçılarına geçmesine de olanak bulunmadığı sonucuna varıldığından, dava konusu ödeme emrinin vergi ziyaı cezasına ilişkin kısmında yasaya uygunluk görülmediği gerekçesiyle, ödeme emrinin vergi ziyaı cezasına ilişkin kısmı iptal edilmiş, diğer kısımları yönünden ise dava reddedilmiştir. Davalı idare tarafından; 213 sayılı Yasa’nın 333. maddesi uyarınca tüzel kişilerin kanuni temsilcilerinin vergi sorumluluğu hakkında bu Kanun’un 10. maddesi hükmünün vergi cezaları hakkında da uygulanacağı, ölüm gerçek kişiler için söz konusu olduğundan, tüzel kişi adına kesilen cezanın terkin edilemeyeceği ileri sürülerek kararın aleyhe olan hüküm fıkrasının bozulması istenmiştir.

    Karar: Dayandığı hukuki ve kanuni nedenlerle gerekçesi yukarıda açıklanan Vergi Mahkemesi kararı, aynı gerekçe ve nedenlerle Dairemizce de uygun görülmüş olup, temyiz istemine ilişkin dilekçede ileri sürülen iddialar kararın isteme konu yapılan hüküm fıkrasının bozulmasını sağlayacak durumda bulunmadığından, temyiz isteminin reddine ve kararın sözü edilen hüküm fıkrasının onanmasına, oybirliğiyle karar verildi.

  • Şirket Adına Tahakkuk Ettirilmesi Gereken Vergi'nin Şirket Ortağı Adına Tahakkuk Ettirilemeyeceği'ne İlişkin Danıştay Kararı

    Danıştay 7. Dairesi

    Tarih    : 06.05.2014

    Esas No         : 2011/753

    Karar No  : 2014/2426

    AATUHK Md. 35

     

    Danıştay 7. Dairesi

    Tarih    : 06.05.2014

    Esas No         : 2011/753

    Karar No  : 2014/2426

    AATUHK Md. 35

    ŞİRKET ADINA TAHAKKUK ETTİRİLMESİ GEREKEN VERGİ, ORTAK ADINA TAHAKKUK ETTİRİLEMEZ
     
     

    Limited şirket ortağının, Şirketten tahsil imkanı kalmayan ve kesinleşmiş amme alacağından dolayı sorumlu tutulabileceği, ancak ortağın takibinin 6183 sayılı Kanun uyarınca tesis edilecek işlemlerle mümkün olabileceği,  şirket adına tahakkuk ettirilmesi gereken verginin, ortak adına tahakkuk ettirilmesine olanak bulunmadığı hk.

    İstemin Özeti: Münfesih (...) Ltd. Şti. adına tescilli 09.11.2005 gün ve 89005 sayılı serbest dolaşıma giriş beyannamesi muhteviyatı eşyaya ilişkin olarak, söz konusu şirketten tahsil edilemeyen gümrük ve katma değer vergilerinin, bahsi geçen şirketin ortağı sıfatıyla, davacı adına ek olarak tahakkuk ettirilmesi yolunda tesis edilen işleme vaki itirazın reddine dair işlemi; olayda, davaya konu vergilerin, gümrük yükümlülüğünün doğduğu tarihten itibaren üç yıllık sürenin sonu olan 09.11.2008 tarihine kadar tebliğ edilmesi gerekirken, bu sürenin geçirilmesinden sonra, tebliğ edilmesi nedeniyle zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle iptal eden Vergi Mahkemesinin kararının; ithale konu eşya nedeniyle münfesih ithalatçı şirketten tahsil edilemeyen vergilerin, söz konusu şirketin ortağı sıfatıyla davacıdan istenilmesi yolunda tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.

    Karar: Dosyanın, 27.04.2007 tarih ve 6796 sayılı Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi’nin birlikte incelenmesinden; vergileri davaya konu eşyanın ithal edildiği tarihte tasfiye halinde olan (...) Ltd. Şti.’nin tasfiyesinin 10.04.2007 tarihinde tamamlanarak, yukarıda tarih ve sayısı verilen Sicil Gazetesi’nde bu hususun yayımlanması suretiyle tüzel kişiliğinin sona erdiği; bu tarihten sonra anılan Şirketçe ithal edilen eşya nedeniyle, adına ek olarak tahakkuk ettirilen vergilere karşı açılan davanın; feshedilmekle tüzel kişiliği sona eren şirketin medeni haklardan yararlanma ve bu hakları kullanma ehliyetinin sona ermesi nedeniyle, idari ve yargısal organlar nezdinde taraf olamayacağı gerekçesiyle ehliyet yönünden reddedilmesi üzerine, söz konusu şirketin ortağı sıfatıyla davacı adına yapılan ek tahakkuka vaki itirazın reddine dair işlemin iptali istemiyle işbu davada, Mahkemece, istemin özeti bölümünde yazılı gerekçeyle karar verildiği anlaşılmıştır.

    6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 4369 sayılı Kanunu’n 21. maddesiyle değişen 35. maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan şeklinde, limited şirket ortaklarının şirketten tahsil imkanı bulunmayan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olacağı ve bu Kanun hükümleri uyarınca takibe tabi tutulacağı; 55. maddesinde ise, amme alacağını vadesinde ödemeyenlere, yedi gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumunun bir ödeme emri ile tebliğ olunacağı belirtildikten sonra, ikinci fıkrasında; ödeme emrinde borcun aslı ve ferilerinin mahiyet ve miktarları, nereye ödeneceği, müddetinde ödenmediği veya mal bildiriminde bulunulmadığı takdirde borcun cebren tahsil ve borçlunun mal bildiriminde bulununcaya kadar hapis ile tazyik olunacağının kayıtlı bulunacağı düzenlenmiştir.

    Yukarıda yer verilen Kanun maddelerinin değerlendirilmesinden, limited şirket ortağının, Şirketten tahsil imkanı kalmayan ve kesinleşmiş amme alacağından dolayı sorumlu tutulabileceği, bu aşamada, yani Şirket adına kesinleşen vergiler nedeniyle ortağın takibinin ise, 6183 sayılı Kanun uyarınca tesis edilecek işlemlerle mümkün olabileceği, şirket adına tahakkuk ettirilmesi gereken verginin ortak adına tahakkuk ettirilmesine olanak bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.

    Olayda, vergilerin, şirket adına usulüne uygun olarak tahakkuk ettirildikten sonra vadesinde ödenmemesi halinde davacının sorumluluğu işletilebilecek iken, belirtilen yol izlenilmeksizin, davacı adına ek tahakkuk yapılması hukuka uygun bulunmadığından, dava konusu işlemin iptali yolundaki mahkeme kararında sonucu itibarıyla isabetsizlik görülmemiştir.

    Açıklanan nedenle, temyiz isteminin reddine, oybirliği ile karar verildi.

    Limited şirket ortağının, Şirketten tahsil imkanı kalmayan ve kesinleşmiş amme alacağından dolayı sorumlu tutulabileceği, ancak ortağın takibinin 6183 sayılı Kanun uyarınca tesis edilecek işlemlerle mümkün olabileceği,  şirket adına tahakkuk ettirilmesi gereken verginin, ortak adına tahakkuk ettirilmesine olanak bulunmadığı hk.

    İstemin Özeti: Münfesih (...) Ltd. Şti. adına tescilli 09.11.2005 gün ve 89005 sayılı serbest dolaşıma giriş beyannamesi muhteviyatı eşyaya ilişkin olarak, söz konusu şirketten tahsil edilemeyen gümrük ve katma değer vergilerinin, bahsi geçen şirketin ortağı sıfatıyla, davacı adına ek olarak tahakkuk ettirilmesi yolunda tesis edilen işleme vaki itirazın reddine dair işlemi; olayda, davaya konu vergilerin, gümrük yükümlülüğünün doğduğu tarihten itibaren üç yıllık sürenin sonu olan 09.11.2008 tarihine kadar tebliğ edilmesi gerekirken, bu sürenin geçirilmesinden sonra, tebliğ edilmesi nedeniyle zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle iptal eden Vergi Mahkemesinin kararının; ithale konu eşya nedeniyle münfesih ithalatçı şirketten tahsil edilemeyen vergilerin, söz konusu şirketin ortağı sıfatıyla davacıdan istenilmesi yolunda tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.

    Karar: Dosyanın, 27.04.2007 tarih ve 6796 sayılı Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi’nin birlikte incelenmesinden; vergileri davaya konu eşyanın ithal edildiği tarihte tasfiye halinde olan (...) Ltd. Şti.’nin tasfiyesinin 10.04.2007 tarihinde tamamlanarak, yukarıda tarih ve sayısı verilen Sicil Gazetesi’nde bu hususun yayımlanması suretiyle tüzel kişiliğinin sona erdiği; bu tarihten sonra anılan Şirketçe ithal edilen eşya nedeniyle, adına ek olarak tahakkuk ettirilen vergilere karşı açılan davanın; feshedilmekle tüzel kişiliği sona eren şirketin medeni haklardan yararlanma ve bu hakları kullanma ehliyetinin sona ermesi nedeniyle, idari ve yargısal organlar nezdinde taraf olamayacağı gerekçesiyle ehliyet yönünden reddedilmesi üzerine, söz konusu şirketin ortağı sıfatıyla davacı adına yapılan ek tahakkuka vaki itirazın reddine dair işlemin iptali istemiyle işbu davada, Mahkemece, istemin özeti bölümünde yazılı gerekçeyle karar verildiği anlaşılmıştır.

    6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 4369 sayılı Kanunu’n 21. maddesiyle değişen 35. maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan şeklinde, limited şirket ortaklarının şirketten tahsil imkanı bulunmayan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olacağı ve bu Kanun hükümleri uyarınca takibe tabi tutulacağı; 55. maddesinde ise, amme alacağını vadesinde ödemeyenlere, yedi gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumunun bir ödeme emri ile tebliğ olunacağı belirtildikten sonra, ikinci fıkrasında; ödeme emrinde borcun aslı ve ferilerinin mahiyet ve miktarları, nereye ödeneceği, müddetinde ödenmediği veya mal bildiriminde bulunulmadığı takdirde borcun cebren tahsil ve borçlunun mal bildiriminde bulununcaya kadar hapis ile tazyik olunacağının kayıtlı bulunacağı düzenlenmiştir.

    Yukarıda yer verilen Kanun maddelerinin değerlendirilmesinden, limited şirket ortağının, Şirketten tahsil imkanı kalmayan ve kesinleşmiş amme alacağından dolayı sorumlu tutulabileceği, bu aşamada, yani Şirket adına kesinleşen vergiler nedeniyle ortağın takibinin ise, 6183 sayılı Kanun uyarınca tesis edilecek işlemlerle mümkün olabileceği, şirket adına tahakkuk ettirilmesi gereken verginin ortak adına tahakkuk ettirilmesine olanak bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.

    Olayda, vergilerin, şirket adına usulüne uygun olarak tahakkuk ettirildikten sonra vadesinde ödenmemesi halinde davacının sorumluluğu işletilebilecek iken, belirtilen yol izlenilmeksizin, davacı adına ek tahakkuk yapılması hukuka uygun bulunmadığından, dava konusu işlemin iptali yolundaki mahkeme kararında sonucu itibarıyla isabetsizlik görülmemiştir.

    Açıklanan nedenle, temyiz isteminin reddine, oybirliği ile karar verildi.

  • Yeni Denetimli Serbestlik Düzenlemesine Göre İnfaz Hesaplama-19.08.2016

    DENETİMLİ SERBESTLİK NASIL İŞLEYECEK?

    01.07.2016 tarihi de dahil olmak üzere bu tarihe kadar işlenen suçlarda koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik sürelerinin geçici olarak iyileştirilmesini içeren 671 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, 17.08.2016 tarihli ve 29804 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. 671 sayılı KHK’nın 32. maddesi ile 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’a eklenen Geçici 6. maddeye göre;
    “01.07.2016 tarihine kadar işlenen suçlar bakımından; 26.09.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun kasten öldürme suçları (madde 81, 82), üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı işlenen kasten yaralama ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçları, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar (madde 102, 103, 104, 105), özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçlar (madde 132, 133, 134, 135, 136, 137, 138), uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçu (madde 188) ve İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 12.04.1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar hariç olmak üzere, bu Kanunun;
    a) 105/A maddesinin birinci fıkrasında yer alan ‘bir yıl’lık süre ‘iki yıl’,
    b) 107nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ‘üçte iki’lik oran ‘yarısı’,
    olarak uygulanır”.
    Bu düzenleme ile 01.07.2016 tarihinde ve bu tarihten önce işlenen ve maddede istisna olarak sayılanlar dışında kalan suçlardan verilen cezaların denetimli serbestlik uygulanarak infazı için koşullu salıverilmeye bir yıl veya daha az süre kalması şartı değiştirilerek bu süre iki yıla çıkarılmış ve süreli hapis cezalarının infazında koşullu salıverilmeden faydalanılabilmesi için cezanın 2/3’sinin kapalı cezaevinde çektirilmesi şartı 1/2 olarak değiştirilmiştir.
    Kasten öldürme, üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı işlenen kasten yaralama, neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama, cinsel saldırı, çocuğun cinsel istismarı, reşit olmayanla cinsel ilişki, cinsel taciz, haberleşmenin gizliliğini ihlal, kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması, özel hayatın gizliliğini ihlal, kişisel verilerin hukuka aykırı olarak kaydedilmesi, verileri hukuka aykırı olarak ele geçirme ve yayma, verileri yok etmeme, uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçları ile Devletin güvenliğine, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine, milli güvenliğe ve Devlet sırlarına karşı suçlar, 01.07.2016 tarihinden önce işlenmiş olsa bile bu suçlardan verilen veya verilecek cezaların infazında 671 sayılı KHK m.32 ile Ceza İnfaz Kanununa eklenen Geçici m.6’da öngörülen süreler tatbik edilmeyecektir. Belirtmeliyiz ki KHK’da, neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçlarında mağdura göre bir sınırlama öngörülmemiş ve bu suç tipi tümü ile kapsam dışı tutulmuştur.

    671 sayılı KHK m.32’de suç tipleri yönünden düzenleme yapılmış olup, kişinin hukuki durumu veya eylemin derecesi ile ilgili bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Bu nedenle, 671 sayılı KHK m.32’nin kapsamı dışında tutulan suçların teşebbüs halinde kalması, kişinin suçun asli fail olmayıp azmettiren, yardım eden sıfatı ile yargılanması ve hakkında bu fiillerden mahkumiyet hükmü verilmesi halinde de yeni düzenlemeden faydalanması mümkün olmayacaktır.
    İstisna kapsamında olmakla birlikte taksirle işlenebilen suçlardan, örneğin taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan yargılanan veya mahkumiyetine karar verilen kişiler hakkında 671 sayılı KHK’nın 32. maddesi tatbik edilecektir. Olası kastla öldürme suçunda ise, mahkumiyet cezası Türk Ceza Kanunu’nun 81. maddesine dayandığından ve bu cezadan m.21/2 uyarınca indirim yapıldığından, kanaatimizce 671 sayılı KHK m.32 tatbik edilemeyecektir. Asıl suçun dayanağı TCK m.81 olduğu halde, kusur türüne ve ceza indirimine göre nitelendirilmesi TCK m.21/2’de yapılmıştır. Bu sebeple, olası kastla insan öldürmenin de KHK kapsamına girmediğini düşünmekteyiz.
    Madde metninde açıkça yer verilmemekle birlikte, Türk Ceza Kanunu’nun 220. maddesinde düzenlenen örgüt kurma, örgüt yöneticiliği ve üyeliği ile örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlar yönünden 671 sayılı KHK m.32’nin tatbiki imkanı bulunmamaktadır. Çünkü KHK ile yapılan değişiklik, koşullu salıverilme için cezanın 2/3’sinin kapalı cezaevinde çektirilmesi kuralına tabi süreli hapis cezalarını kapsama almıştır. Ancak örgütlü suçlarda koşullu salıverilmeden faydalanılabilmesi için, 5275 sayılı Ceza İnfaz Kanunu m.107/4 uyarınca cezanın 3/4'ünün kapalı cezaevinde infaz edilmesi, bunun öncesinde bu suçlardan hükümlü olanların açık cezaevine ayrılabilmeleri için cezaevi idare ve gözlem kurulunun hükümlünün örgütten ayrıldığını tespit etmesi ve hükümlünün koşullu salıverilmesine bir yıl veya daha az bir sürenin kalması (etkin pişmanlıktan yararlananlar için bu süre iki yıldır) gerekmektedir. 671 sayılı KHK’da aksi yönde bir düzenlemeye yer verilmediğinden, Ceza İnfaz Kanunu m.107/4 ve Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği m.6/2-ç tatbik edilmeye devam edilecek ve örgüt suçları ile örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlar yönünden KHK ile getirilen hükümler uygulanamayacaktır. Etkin pişmanlıktan yararlanan örgüt mensuplarına 1/2’lik koşullu salıverilme uygulanmayacak olsa da, iki yıllık denetim süresinin tatbikine bir engel bulunmamaktadır. 
    671 sayılı KHK m.32’de istisna tutulan suçlar dışında başka bazı suçlar yönünden de yeni düzenlemenin tatbiki mümkün olmayacaktır. Örneğin; özel kanunları uyarınca koşullu salıverilmeden faydalanamayacak olanlar (5411 sayılı Bankacılık Kanunu m.160’da düzenlenen bankacılık zimmetinden mahkum olanlar gibi), Ceza İnfaz Kanunu m.107/12 ve 13 uyarınca koşullu salıverilme kararı geri alınanlar (cezasının bihakkın infazına karar verilenler),  Ceza İnfaz Kanunu m.108 uyarınca hakkında mükerrirlere özgü infaz rejimi tatbik edilenler 671 sayılı KHK ile getirilen düzenlemeden faydalanamayacaklardır. Belirtmeliyiz ki, koşullu salıverilmesi 2/3 üzerinden değil de 3/4 üzerinden hesaplanacak iyi halli mükerrir hükümlüler, yarı oranında uygulanacak koşullu salıverilmeden faydalanamasa bile, bir yıldan iki yıla çıkarılan denetimli serbestlikten yararlanabilecektir.

    Adli para cezasının ödenmemesi nedeniyle cezanın kamuya yararlı bir işte çalışmak suretiyle infazına karar verilmesi Ceza İnfaz Kanunu m.106’da düzenlendiğinden ve 671 sayılı KHK m.32’de öngörülen düzenlemeler arasında yer almadığından, adli para cezasını ödemeyen ve cezasının kamuya yararlı bir işte çalışmak suretiyle infaz edilmesine karar verilen hükümlülere de yeni düzenleme tatbik edilemeyecektir. Kamuya yararlı bir işte çalışma yükümlülüğünü ihlal eden ve çalıştığı günler mahsup edilerek kalan cezasının açık cezaevinde çektirilmesine karar verilen hükümlüler Ceza İnfaz Kanunu m.106/9 uyarınca koşullu salıverilmeden faydalanamayacağından, 671 sayılı KHK ile öngörülen süreler bu kişilerin durumuna etki etmeyecektir.
    Özetle; dolandırıcılık, sahtecilik, mala zarar verme, hakaret, 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçları ile taksirli suçlar ve 671 sayılı KHK’da istisna olarak gösterilmeyen ve suç tipi itibariyle özel kanunlarında veya Ceza İnfaz Kanunu’nda koşullu salıverilme yasağı öngörülmeyen suçlarda, açık cezaevine ayrılma hakkı kazanan iyi halli hükümlüler hakkında 671 sayılı KHK’nın 32. maddesi uygulanabilecektir.

    671 sayılı KHK’nın 32. maddesinin tatbikinde, cezaevinde bulunan hükümlünün iyi halli olma şartı aranacaktır. Çünkü Ceza İnfaz Kanunu m.105/A ve 107’de koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik tedbiri tatbik edilerek cezanın infazında hükümlünün iyi halli olması şartı aranmış ve 671 sayılı KHK’da iyi halin aranmayacağına dair bir hükme yer verilmemiştir. Hükümlü cezaevinde kaldığı süre boyunca cezaevi kurallarına uygun davranmış, yükümlülüklerini yerine getirmiş ve herhangi bir disiplin cezası almamışsa, cezaevi idare ve gözlem kurulu tarafından verilecek olumlu bir raporla iyi halli olduğu tespit edildiği takdirde yeni düzenlemeden faydalanabilir.
    671 sayılı KHK m.32 kapsamına girip de, cezasının infazına herhangi bir nedenle başlanamayan, cezaevine hiç girmeyenler yönünden iyi hal şartının nasıl değerlendirileceği ve bu kişilerin doğrudan denetimli serbestlikten faydalanıp faydalanamayacağı soruları gündeme gelebilir. KHK’da cezaevinde olan veya olmayan kişiler yönünden bir ayırıma yer verilmediğinden, cezasının infazına herhangi bir nedenle başlanamamış kişilerin de düzenlemeden faydalanacağı düşünülebilir.  Ancak konu Ceza İnfaz Kanunu m.105/A ve Geçici m.4 ile birlikte değerlendirildiğinde, Kanunun 105/A maddesinden faydalanabilmek için açık cezaevinde cezanın son altı ayının kesintisiz olarak geçirilmesi şartı bulunduğu, Geçici 4. maddede ise bu şartın 21.12.2020 tarihine aranmayacağı, bu düzenlemenin sadece açık cezaevinde geçirilmesi gereken altı aylık süreye ilişkin olduğu, hükümlünün m.105/A’dan faydalanabilmesi için açık cezaevine ayrılma hakkını kazanması gerektiği, Kanunun 14. maddesine dayanılarak çıkarılan Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği’nin 5. maddesine göre kasıtlı suçlardan toplam üç yıl veya daha az süreli hapis cezasına ve taksirli suçlardan toplam beş yıl veya daha az süreli hapis cezasına mahkum olanların doğrudan açık cezaevine geçebileceği, bu durumda olan kişilerin cezalarının cezaevine girmeden, doğrudan denetimli serbestlikle infaz edilebileceği, kasten işlenen suçlarda üç yıl ve taksirle işlenen suçlarda beş yıldan fazla ceza alanların ise Yönetmeliğin 6. maddesine göre cezalarının 1/10’unun kapalı cezaevinde infaz edilmesi gerekeceği, nitelikli hırsızlık, yağma gibi suçlarda koşullu salıverilme için ayrıca öngörülen sürenin kapalı cezaevinde çektirileceği, bu suçlardan hükümlülerin ancak bu şartlar gerçekleştiği takdirde açık cezaevine ayrılmaya hak kazanabileceği ve dolayısıyla 671 sayılı KHK m.32’de öngörülen düzenlemeden ancak bu şekilde faydalanabileceği görülmektedir.
    Örneğin; kasten işlenen bir suçtan dolayı dört yıl hapis cezası ile cezalandırılan hükümlü hakkında, dört yılın yarısına koşullu salıverilme ve kalan iki yıla da denetimli serbestlik uygulanacağı, dolayısıyla hükümlünün cezaevine girmeyeceği ileri sürülebilir. Ancak suçun taksirle işlenenleri hariç (bunlarda beş yıl süreli hapis), kasten işlenen suçlarda doğrudan açık cezaevine girmenin sınırı üç yıl olduğundan, cezanın bu süreyi aştığı durumda hükümlünün önce kapalı cezaevine girmesi ve ancak toplam cezanın 1/10’unu çektikten sonra açık cezaevine ayrılabilmesi mümkün olabileceğinden, kasten işlediği bir suçtan dolayı dört yıl hapisle cezalandırılan hükümlünün cezaevine hiç girmeden denetimli serbestlikle dışarı çıkamayacağı düşünülebilir. Çünkü denetimli serbestliğe ayrılmanın ön şartı, hükümlünün açık cezaevine geçmesi ile gerçekleşir. Hükümlünün ceza miktarı ne olursa olsun, kapalı cezaevinde iken denetimli serbestlikten yararlanması mümkün değildir. Denetimli serbestlik süresinin hesabı için de, koşullu salıverilmenin tarihinin esas alınması gerektiğini belirtmek isteriz.
    Bizce, 671 sayılı KHK m.32 kapsamına giren kişiler yönünden Ceza İnfaz Kanunu’nun 105/A ve Geçici 4. maddeleri gereğince açık cezaevine ayrılmaya hak kazanma şartının aranmayacağı şeklinde bir düzenleme yapılması isabetli olacaktır. Aksi halde, 671 sayılı KHK m.32’nin düzenlenme amacına uygun düşmeyen bir netice ile karşı karşıya kalınması muhtemeldir. Bir yandan cezaevleri boşaltılırken, diğer yandan 671 sayılı KHK’dan faydalanmak isteyen kişilerin bu düzenlemeden faydalanabilmek için cezasının bir kısmının kapalı cezaevinde çektirilmesi şartı nedeniyle kapalı cezaevine alınması uygulamada sorunlara yol açabilecek ve düzenlemeden beklenen faydayı sağlamayabilecektir.
    Kişinin mahkum olduğu toplam ceza süresi cezaevinde kalmayı gerektirmiyorsa, cezaevinde kaldığı sürenin iyi halli olarak geçirilmesi şartının uygulanması imkanı bulunmayacağından, bu kişilerin doğrudan infaz işlemleri yapılabilecek ve denetimli serbestlikle cezanın infazına başlanabilecektir. Bu kişilerin işlemleri yapılırken, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının kısıtlanmaması ve işlemlerin mümkün olan en kısa sürede tamamlanması gerekir.
    671 sayılı KHK m.32’nin toplumun daha geniş kapsamlı, 4616 sayılı Kanuna benzer örtülü bir af beklentisini karşılamadığı söylenebilir. Ancak bu düzenlemenin amacının cezaevlerinin boşaltılması olduğu, açık ve kapalı cezaevlerinin kapasitesinin üzerinde kalacak şekilde dolu olduğu, son dönemde tutukluların sayısının arttığı, Türkiye’de tutukevlerinin bulunmadığı, tutuklularının kapalı cezaevlerinde tutulduğu, kısa zamanda yeni tutukevi ve cezaevi inşa etmenin oldukça zor olduğu, bu sebeplerle denetimli serbestliği ve koşullu salıverilmeyi geçici bir düzenleme ile iyileştirmenin uygun görüldüğü, kamuoyu vicdanını rahatsız edecek şekilde kapsamlı bir af düzenlemesi yapılmasından, suça özendirebilecek ve caydırıcılığı zedeleyebilecek bir düzenlemeden kaçınıldığı görülmektedir. Suç ve ceza siyaseti açısından bu yaklaşımın isabetli olduğu kanaatindeyiz. Mevcut KHK, bu endişeyi dikkate alınarak hazırlanmış ve örtülü af kapsamı geniş tutulmamıştır.
    671 sayılı KHK m.32 ile Ceza İnfaz Kanunu’na Geçici 6. maddenin eklenmesi ile bu düzenleme kanun haline gelmiştir. Olağanüstü hal dönemlerinde Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan KHK’lar geçici düzenlemelerdir. Bu tür düzenlemeler KHK’larla değil, kanunla yapılmalıdır. 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 4. maddesi uyarınca, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda ve olağanüstü hal süresince alınacak tedbirlere ilişkin KHK çıkarılabilir. Belirtmeliyiz ki; olağanüstü hal son bulduğunda, kalıcı veya yasal değişiklik için öngörülen KHK’nın yürürlüğü de son bulacağından, üzerinde değişiklik yapılan yasanın hukuki dayanaktan yoksun hale gelebileceği söylenebilir.
    Anayasa m.148/1’de, olağanüstü hal dönemlerinde çıkarılan KHK’ların Anayasaya aykırılığı iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamayacağı düzenlenmiştir. Bu nedenle, olağanüstü hal döneminde çıkarılan KHK’ların Anayasa Mahkemesi’nin denetimine tabi olmadığı genel itibariyle söylenebilirse de, KHK’ların olağanüstü halin amaç ve kapsamı sınırları içerisinde olup olmadığı noktasında Anayasa Mahkemesi’nin denetim yapabileceğini, Mahkemenin geçmişte bu yönde kararlar verdiğini, bu nedenle olağanüstü halin zorunlu kılmadığı ve olağanüstü halin sona ermesinden sonra da etkisini sürdürecek düzenlemelerin KHK’larla değil, kanunla yapılmasının isabetli olacağını belirtmek isteriz.
    KHK’ların hukuka aykırılığının ileri sürülmesi ve iptalinin talep edilmesinin Anayasa m.148/1 uyarınca mümkün olmaması, bu KHK’ların tatbiki nedeniyle Anayasa ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nde korunan hakları zedelenen kişilerin Anayasa Mahkemesi’ne ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmasına engel değildir. Olağan hukuk yolları ile iç hukuk yollarını tüketen kişiler, kendisini ilgilendiren tasarrufun hak ihlaline yol açtığı iddiasıyla önce Anayasa Mahkemesi’ne ve sonra İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne başvuru hakkına sahiptir. 
    Bunun dışında, 671 sayılı KHK m.32 ile getirilen düzenlemenin “eşitlik” ilkesine aykırı olduğu, 01.07.2016 tarihinden sonra işlenen suçlar yönünden de uygulanması gerektiği gibi gerekçelerle, düzenlemenin genişletilmesinin sağlanması amacıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurulabilmesi mümkün değildir. 671 sayılı KHK m.32’nin kapsamının genişletilmesi, ancak yeni bir kanun veya KHK çıkarılması ile gündeme gelebilecektir.
    Son olarak; 671 sayılı KHK m.32 ile getirilen düzenleme, bu kapsamda kalan ve henüz yargılaması devam eden kişilerin mahkumiyetine karar verilmesi halinde ve koşullu salıverilmesi için infazı gereken süre bu düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra sona erenler hakkında da uygulanacaktır. Burada dikkate alınması gereken hususlar, suç tipi ve suç tarihinden ibarettir. Bu nedenle, devam eden yargılamalarda tutuklu bulunanların hukuki durumlarının yeniden değerlendirilmesi, atılı suçun cezasının alt ve üst sınırı ile muhtemel cezanın infaz süresi dikkate alınarak tutukluluğun devamında zorunluluk olup olmadığı ve tutukluluğun devamının mağduriyete neden olup olmayacağının titizlikle incelenmesi gerektiği kanaatindeyiz.
    01.06.2005 tarihinden önce suç işleyenlerin ise koşullu salıverilme tarihleri değişmeyecek, ancak denetimli serbestlik süreleri iki yıl olacaktır. Çünkü koşullu salıverilme yönünden eski İnfaz Kanunu hükümlü lehine olup, toplam 2/5’lik bir infazı öngörmektedir.
    KHK m.32’de, 765 sayılı Kanuna atıf yapılmadığı ve bu Kanunda tanımlanan suçların sayılmadığı görülmektedir. Bu noktadan hareketle KHK’nın sıraladığı kapsam dışı suçların 765 sayılı Kanunda muadillerine denetimli serbestlik ve koşullu salıverilmenin iyileştirilmiş hali uygulanmayacak, eski Kanunda koşullu salıverilme süresi daha lehe olduğundan 1/2'lik koşullu salıverilme burada uygulanmayacak, sadece denetimli serbestliğin bir yıl yerine iki yıl olarak tatbiki gündeme gelecektir.
    Prof. Dr. Ersan Şen
    Av. Beyza Başer


    OLAĞANÜSTÜ HAL KAPSAMINDA BAZI KURUM VE KURULUŞLARA İLİŞKİN DÜZENLEME YAPILMASI HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME

    Karar Sayısı: KHK/671


    MADDE 32- 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

    "GEÇİCİ MADDE 6- 1/7/2016 tarihine kadar işlenen suçlar bakımından; 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun kasten öldürme suçları (madde 81, 82), üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı işlenen kasten yaralama ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçları, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar (madde 102, 103, 104, 105), özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçlar (madde 132, 133, 134, 135, 136, 137, 138), uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçu (madde 188) ve İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar hariç olmak üzere, bu Kanunun;

    a) 105/A maddesinin birinci fıkrasında yer alan "bir yıl'lık süre "iki yıl",

    b) 107 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "üçte iki"lik oran "yarısı",

    olarak uygulanır."

    Bu çıkan KHK ye göre, yukarıda belirtilen istisna suçların haricinde süreli hapisten cezası kesinleşenler, 

    Örneğin 6 yıl Hapis Cezası olan bir hükümlü, 
    6 : 2 = 3 yıl Hapis,
    3 - 2 = 1 yıl Hapis
    1 yıl ceza evinde yatıp denetimli serbestlikle serbest kalacak.

    Yani 4 yıl süreli hapis cezası olan bir hükümlü, 
    4 : 2 = 2 yıl Hapis,
    2 - 2 = 0 Hapis
    İnfaz CS. na teslim olacak, infaz hakimliğinden denetimli serbestlik kararı çıkıncaya kadar cezaevinde 3 veya 5 gün yattıktan sonra, denetimli serbestlikle serbest kalacak. 

    Ancak bu KHK uygulanması için, 
    - suç tarihi 01.07.2016 dan önce olmalı, 
    - Yukarıda sayılan istisna tutulan suçları işlememiş olmalı, 
    - Kişinin mükerrir olmaması gereklidir. Mükerrirler şartla tahliye 1/2 indirimden yararlanamaz, ancak Denetimli serbestlikten yararlanabilir.
     
     

  • İflas Erteleme ile İlgili Karşılaştırmalı Eski ve Yeni Yasal Düzenleme Tablosu-15.07.2016

  • Mahkeme Kararlarına Karşı Kanun Yolları- Eski Kanun-Yeni Kanun Karşılaştırmalı Tablo

    image

  • Kat Mülkiyetinde Aynen Taksim Yoluyla Ortaklığın Giderilmesi Usulü- Yargıtay 18. Hukuk Dairesi Kararı

    YARGITAY 18. Hukuk Dairesi

    2015/6011 E.

    2016/929 K.

    Dava dilekçesinde, ortaklığın giderilmesi istenilmiştir. Mahkemece satış yolu ile ortaklığın giderilmesine karar verilmiş, hüküm davalı E.. K.. tarafından temyiz edilmiştir.

    Y A R G I T A Y K A R A R I

    Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

    Davacı dava dilekçesinde, 79 ada 1 parsel sayılı taşınmazda aynen taksimin mümkün olmadığını, bu nedenle satış yoluyla ortaklığın giderilmesini istemiş, davalı vekili ise aynen taksimin mümkün olduğunu belirtimiş, mahkemece satış yolu ile ortaklığın giderilmesine karar verilmiştir.

    Kat Mülkiyeti Yasası'nın 10. maddesinin beşinci fıkrası hükmüne göre kat mülkiyetine konu olmaya elverişli bir taşınmaz üzerindeki ortaklığın giderilmesi davasında, ortak maliklerden birinin yargılamanın (temyiz aşaması dahil) herhangi bir aşamasında paylaşmanın kat mülkiyeti kurulması (taksim) yoluyla yapılmasını istemesi durumunda, hakim, 12. maddedeki belgeleri de tamamlattırıp taşınmaz mülkiyetinin kat mülkiyetine çevrilmesine ve paylar denkleştirilmek suretiyle bağımsız bölümlerin ortaklara ayrı ayrı özgülenmesine karar vermelidir.

    Kat Mülkiyeti Yasası hükümlerine uygun olarak üzerinde kat mülkiyetine elverişli yapı bulunan ortak taşınmazda kat mülkiyetine geçilebilmesi için, üzerindeki yapının mimari projesine uygun biçimde tamamlanmış ya da projesi olmamakla birlikte fiili durumuna göre çizdirilmiş imara ve fenne uygunluğu ilgili makamca onaylanmış projesinin olması, bağımsız bölümlerinin başlı başına kullanmaya elverişli bulunması (M.1), yapının tümünün kargir olması (M.50/2) ve her bir paydaşa en az bir bağımsız bölüm düşmesi, ayrıca 12. maddede yazılı belgelerin (belediyeden onaylı proje, yapı kullanma belgesi ve yönetim planı) tamamlattırılması gerekmektedir. Bu koşulların gerçekleşmesi durumunda anılan Yasanın 10. maddesinin beşinci fıkrası hükmünce taşınmazda kat mülkiyetine geçilebilecek ve açılan davada ortaklığın bu yolda giderilmesine karar verilebilecektir.

    Dosyada toplanan belge ve bilgilere özellikle bilirkişi raporu içeriğine göre; üzerinde üçü henüz tamamlanmamış altı adet bağımsız bölüm bulunan anataşınmazın 2 paydaşı bulunmaktadır. Taşınmazın bu niteliğine göre üzerindeki yapı Kat Mülkiyeti Yasasının 50/2 maddesi hükmüne uygun olup, paydaş ve bağımsız bölüm itibariyle her bir paydaşa da en az bir bağımsız bölüm düşmektedir. Ancak bilirkişi raporunda belirtilen kat irtifak projesi ile fiili durum arasındaki farklılıklar ve eksikliklerin giderilmediği anlaşılmaktadır.

    Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamalarında, tamamlanmış yapının fiili durumu ile onaylı projesi arasında aykırılıkların bulunması ya da yapının imara uygun ancak projesiz inşa edilmiş olması veya bir kısım bağımsız bölümlerin başlı başına kullanılmaya elverişli halde bulunmaması gibi kat mülkiyeti kurulmasına engel oluşturan eksikliklerin mevcut olduğu durumlarda bu eksikliklerin giderilip yasal koşullara uygun hale getirilmesi mümkün ise bunun isteyen tarafa tamamlattırılması yoluna gidilmesi gerektiği kabul edilmektedir.

    Bu bakımdan somut olayda da mahkemece öncelikle bağımsız bölümlerin ayrı ayrı ve müstakil olarak kullanılmaya elverişli olup olmadığı, davaya konu taşınmaz üzerindeki yapının onaylı projesinin ve sonradan değişiklik yapılmış ise buna ilişkin tadilat projesinin olup olmadığının taraflara ve ilgili belediyeye sorulup etraflıca araştırılması, proje mevcut değil ise veya onaylı projeye aykırılıkların saptanması halinde ilgili belediyeden alınacak ön bilgiye göre yapının mevcut haliyle imar mevzuatına ve bulunduğu yerin imar durumu ile fenne aykırılık oluşturmadığı veya imara ya da projeye aykırılıklar giderildiği takdirde onay verilebileceğinin saptanması halinde, öncelikle aykırılıkların giderilmesi, eksiklerin tamamlatılması, daha sonra yapının fiili durumunu yansıtan projenin hazırlattırılıp, ilgili imar müdürlüğünün onayının ve buna bağlı olarak oturma izin belgesinin alınması, ayrıca Kat Mülkiyeti Yasasının 12. maddesinde sayılan diğer belgelerin tamamlattırılması için kat mülkiyetine geçiş suretiyle ortaklığın giderilmesini isteyen tarafa yetki ve yeterli süre verilmesi, bu hususlar eksiksiz yerine getirildiği takdirde de; dava konusu taşınmaz üzerindeki yapıda her bir bağımsız bölümün (konumu, yüzölçümü, kullanım amacı ve eklentileri yerinde incelenip irdelenerek) değeri ve bu değere göre özgülenecek arsa payı uzman bilirkişi aracılığıyla saptanıp varsa fiili taksime göre, taksim yoksa çekilecek kur'a ile önce her bir paydaşa birer bağımsız bölüm özgülendikten sonra arta kalan bağımsız bölümün pay oranları da gözetilmek suretiyle yine kur'a ile paydaşlara özgülenerek, gerekiyorsa bedel farkı nedeni ile ödenecek ivaz da belirlenmek suretiyle payların denkleştirilmesi ve yönetim planı gibi belgeleri paydaşların (tanınan süreye rağmen) imzalamaktan kaçınması halinde bunların imzalanmış sayılması suretiyle tahkikatın ikmal edilmesinden sonra kat mülkiyetine geçiş yoluyla ortaklığın giderilmesine karar verilmesi gerekir.

    Yukarıda açıklanan hususlar gözönünde bulundurularak öncelikle kat mülkiyetine geçişin sağlanması yolunda yargılama yapılması gerekirken, mahkemece açıklanan hususlar yerine getirilmeden yetersiz araştırma ve eksik incelemeyle satış suretiyle ortaklığın giderilmesine karar verilmiş olması doğru görülmemiştir.

    Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde temyiz edene iadesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 25.01.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

  • Kamulaştırmada Talep Edilecek Anayasal Faiz-Yargıtay 12.Hukuk Dairesi Kararı

    T.C.
    YARGITAY
    12. HUKUK DAİRESİ
    E. 2011/13469
    K. 2012/757
    T. 19.1.2012

    DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :
    KARAR : Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;
    Alacaklı tarafından başlatılan ilamlı takibe karşı borçlu idarenin, dayanak ilamın daha önce takibe konulduğu ve bu dosya üzerinden borcun ödenmesine rağmen hak düşürücü süre geçtikten sonra yeni bir takip yaparak faiz alacağının istendiği, faize faiz işletildiği ve ilk takipte Anayasanın 46/son maddesi gereğince faiz talep edilmediği, böyle bir talepleri varsa ilk takip dosyasından bakiye borç müzekkeresi düzenlenmesi gerekirken ayrı bir takip yapılmasının usulsüz olduğu belirtilerek icra emrinin iptali istemi ile icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece, şikayetin kısmen kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır.
    Faiz alacağına mahkeme ilamında hükmedilmesi halinde, B.K.’nun 113/2.maddesi uyarınca –halin icabından anlaşılan durum gereği- bu alacaktan açıkça feragat edilmediği sürece hukuki varlığını koruyacağından, alacaklı fazlaya ilişkin hakkını saklı tutmasa bile zamanaşımı süresinin dolmasına kadar ilamda yazılı eksik kalan faiz alacağını her zaman talep edebilir. İlama dayalı bu istek, icra müdürlüğünün, ilama aykırı işlemini kapsadığından şikayet süreye tabi değildir.
    Somut olayda, icra takibinin dayanağı olan ilamda artırılan kamulaştırma bedel farkının 19/06/2000 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmiştir. Yukarıda açıklanan kural gereğince, alacaklı açıkça feragat etmediği sürece zamanaşımı süresi içinde tahsilde tekerrür olmamak üzere ilama dayalı eksik kalan asıl ve faiz alacağını ayrı bir takip yaparak talep edebileceğinden, alacaklının ayrı bir takip yapmasında yasaya uymayan bir yön yoktur.
    Ancak;
    Anayasanın 4709 sayılı yasa ile değişik 46/son maddesi hükmüne göre kesin hükme bağlanan (kesinleşmiş) kamulaştırma bedellerinin ödenmemesi halinde 17/10/2001 tarihinden itibaren kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranının uygulanması talep edilebilir. Bir başka anlatımla, henüz kesinleşmemiş kamulaştırma bedeli için 17/10/2001 tarihinden itibaren kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranı uygulanmaz. Bu oran kararın kesinleşme tarihinden sonrası için hesaplamada dikkate alınacaktır.
    Bu durumda, mahkemece dayanak ilamın kesinleşme tarihi sorulup tespit edilmeli, kesinleşme tarihine kadar 3095 Sayılı Kanun'un 1.maddesi, kesinleşme tarihinden sonra ise Anayasanın 46.maddesinde yazılı faiz oranı tatbik edilerek sonuca gidilmelidir
    Dosyada mevcut takip dayanağı ilamdaki şerhe göre, ilamın kesinleşme tarihi 21/11/2002 olduğu halde bilirkişi raporunda 19/09/2002 tarihi esas alınarak yapılan hesaplama yukarıda açıklanan kurala aykırıdır.
    Diğer yandan;
    492 sayılı Harçlar Kanunun 13/j.maddesi gereğince, Genel Bütçeye dahil idarelerin bu Kanunun 1 ve 3 sayılı tarifelerine giren bütün işlemleri harçtan müstesnadır. Bu durumda, anılan maddeye göre, borçlu idareden tahsil harcı alınması mümkün olmadığından, bilirkişi raporunda, tahsil harcının hesaplamaya dahil edilmesi doğru değildir.
    O halde, mahkemece, yukarıda yapılan açıklamalar ışığında, ilamın kesinleşme tarihi olan 21/11/2002 tarihinden itibaren kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranı uygulanmak ve tahsil harcı eklenmeksizin hesaplama yapılmak üzere bilirkişiden ek rapor alınmak suretiyle oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı gerekçe ile hüküm oluşturulması isabetsizdir.
    SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 19/01/2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.
     
    AYLIK..YILLIK
    …..12%....144%......08/03/1994.-.30/08/1995........1994/5335 Sayılı B.K.K.
    …..10%....120%......31/08/1995.-.31/02/1996........1995/7138 Sayılı B.K.K.
    …..15%....180%......01/02/1996.-.08/07/1998........1996/7798 Sayılı B.K.K.
    …..12%....144%......09/07/1998.-.20/01/2000........1998/11331 Sayılı B.K.K.
    ……6%......72%......21/01/2000.-.01/12/2002........2000/7 Sayılı B.K.K.
    ……5%......60%......02/12/2000.-.28/03/2001........2000/1555 Sayılı B.K.K.
    …..10%....120%......29/03/2001.-.30/01/2002........2001/2175 Sayılı B.K.K.
    ……7%.....84%......31/01/2002.-.11/11/2003........2002/3550 sayılı B.K.K.
    ……4%.....48%......12/11/2003.-.01/03/2005........2003/6345 sayılı B.K.K.
    …    3%.....36%......02/03/2005.-.20/04/2006........2005/8551 Sayılı B.K.K.
    .….  2,5%...,.30%......21/04/2006.-.18/11/2009..…….2006/10302 Sayılı B.K.K
    ...     1,95%..23,40%..19/11/2009 - 18/10/2010.........2009/15565 Sayılı B.K.K
    ....    1,40% .16,80%..19/10/2010'dan bugüne............2010/965 Sayılı B.K.K.